Maalesef devalüasyon hızla geliyor, muhtemelen hemen arkasından da IMF ile yapılması olası bir Standby sözleşmesi… Bu iki önemli başlıktaki yazılarımızı geçtiğimiz yıl, hem de seçimlerden epey önce birkaç defa yazmıştım. Demek ki tekrarında yarar var. Tekrar yaparken şüpheniz olmasın mutlaka güncelleştirme de yaparak sunacağım.
Yazı: Hasan R. Ardıç
Böyle bir durumda muhtemelen ilk yapılması gereken bir durum saptaması yapmaktır ki; durum zaten gayet net olarak saptanmıştır.
Ülkenin sorunlarının çözülmesi için;
Sıcak para olarak tabir edilen nakit dövize ihtiyacı vardır.
Ancak bu dövizin, ABD paritesini yerinden oynatmak yerine, Maliye ve Hazinenin gerçek gereksinimlerin gerektiği kadar tahsis edilmesi daha uygun olacaktır. (Yakın geçmişte, TL’nin dolar karşısında değerini koruması adına, yapılanların verdiği zararlar malumdur.) Yani ilk öncelik borç alarak TL değerini yükseltmeye çalışmak olmamalıdır. Siyasal tercihler, ekonomik gerekliliklerin önüne geçmemelidir.
Güven verme konusu daima öncelikli konumunu korumalıdır. Bir umutlanma olsa da bunun aksi görüşlerin de piyasalarda konuşuluyor olması, yeni bir ikinci güvensizliği kaldırmayacaktır.
Ekonomide yapılması gerekenlerin yapılmasının önü açılmalı, ısrarcılık bir kenara bırakılmalıdır. Bu husus ülkenin tüm ekonomistlerince ifade edilmektedir. Örneğin artık yapılması gerekli olan devalüasyon yapılması gereken ölçülerde yapılmalı, TL’nin başta dolar olmak üzere diğer para birimleri karşısındaki değerinin sanal olarak korunmaya çalışılması önemlidir.
1- Devalüasyon zamanıdır.
2- Yeni ve gerçekçi kur listesi kullanılmalıdır.
3- TCMB PPK Politika faizini artırmalıdır ve bu artış oranı yüksek olmalıdır.
Çalışmalarda liyakatli yöneticiler görev almalı, özellikle TCMB kararlarında tam bağımsız olmalıdır. Gelişmeler hakkında yetkili bir üst yönetici; gereğinde ve periyodik olarak kamuoyunu bilgilendirmelidir. Başta TÜİK olmak üzere kamu kurumlarının ve diğer benzeri kuruluşların halkı gerçek sayılarla bilgilendirmesi önemlidir, bu mutlaka sağlanmalıdır. Malum; gerçek dışı verilere göre alınan kararlar ve ona göre yapılan uygulamalar daima yanlış sonuçlar verecektir. Gerçek önce kabul edilmeli, çaresi bu kabulün ardında bulunmalıdır, ki çareleri belli ekonomik sorunlarımızın olduğu görülmektedir. (Enflasyon, işsizlik, Cari Açık, Dış Ticaret Açığı vb. gibi…)
Devalüasyon kararı almak, IMF ile görüşmelere yeniden başlamak, bunlar alınması gerekli olan kararlardır. Aksinde ısrarın anlamlı olduğunu söylemek an itibariyle uygun değildir.
Bu kararlar, iktidarlar için alınması kolay olan sevimli kararlar değildir. Alınması da anlatması da zor olan kararlardır. Hangisinin öncelikli karar olacağı o kadar önemli bir tercih değildir, belki en iyisi birlikte de olabilir. Zaten IMF ile yapılacak bir sözleşmede devalüasyon yapılması şart olarak ileri sürülecektir. Bu bir beklenti olsa da gerçekleşmesi kesine yakın bir beklentidir.
DEVALÜASYON
Devalüasyon, en yalın tanımıyla, bir ülkenin resmi para biriminin, diğer ülke para birimleri karşısında değerinin hükümet ve Merkez Bankası tarafından, düşürülmesidir. Bu tanımda dikkat çeken husus, devalüasyon yapılması için Bakanlar Kurulu/MB kararı olması lüzumudur. Devalüasyon, örneğin enflasyon gibi şartlara göre kendiliğinden oluşmaz, karar alınmış olması gerekir.
Para birimi devalüe edilerek diğer yabancı para birimlerine göre değeri düşürüldüğünde, ihracatın artacağı yönünde beklentilerde artış olur. Esasen ihracat artar da bu ne derece verimli bir artıştır tartışılması gerekir. Ama şimdi bu koşullar altında böyle bir tartışmanın yeri ve zamanı değildir. (Diyelim ihracat cirosu artar, bu reel artış olarak ne derece kabul edilebilir)
Benzer şekilde ama tam tersine ithalat pahalılaşır, zorlanır ve ithal ürün fiyatlarına satın alma gücü anlamında ulaşmak giderek zorlaşır. Bu durumda İhracat-İthalat dengesinde olumlu bir hareketlilik olursa da başka bazı yeni problemler ortaya çıkacaktır.
Döviz karaborsası gibi,
İthal fiyat artışlarında yerli üretim ikamesinde aşırı yüksek fiyatlandırma gibi,
İç piyasada ürün bulmakta fiyat ağırlıklı “Yok”luklar yaşanması gibi…
Tabii ki dış ticaret dengesi, eksiden artıya doğru hareketlenir ama bedeline de katlanmak şartıyla…
Devalüasyonun neticede getireceği dezavantajlardan biri de enflasyon olacaktır. Burada, Türkiye Ekonomisine ilişkin tek bir cümlem yok. Ancak, Ekonomimizin içinde bulunduğu koşullara çok yakın benzerlikler var. O bakımdan duruma örnek verirken “Türkiye Ekonomisi bütün bunları yaşadı.” demek mümkündür.
IMF İLE GÖRÜŞMELER
IMF'nin kuruluş amacı, çalışma şekli hakkında son bir yıl içinde defalarca yazdığım satırlarda var, burada tekrar yapmamaya çalışarak kısa hatırlatmalar yapacağım.
IMF, uluslararası bir para fonu kurumudur (International Monetary Fund). Dünya ülkeleri arasında 190 üyesi vardır. Bu ülkelerde belirli koşullar altında kurulmuş olan finansal ilişkisi bulunmaktadır. Herhangi Bir IMF üyesi ülke IMF kredisi kullanmak istediğinde IMF’e başvurur. IMF ekibi nitelikli uzmanlardan oluşur ve sürekli dünya ekonomilerinin durumunu analiz eder. Böyle olunca da kredi talebiniz kısa sürede incelenir ve yanıtlanır.
CDS Primleriniz uygun olduğu oranda talebiniz cevaplanır. Mutlaka kredilendirilebileceğinize dair bir garanti yoktur. IMF genelde üyelerinin kredi taleplerini olumlu karşılamayı tercih eder. Standby sözleşmeleri imzalanır. Şartları özellikle kredi talep eden adına ağırdır. Örneğin ülkemizin önemli ve uzun sayılabilecek bir süre deneyimlediği kredilendirilmeler vardır uzun kabul edilebilir bir süre IMF ilişkileri hareketsiz kalmıştır. IMF talep edilmeden hiçbir ülkeye kredi vermez, hele yardımda hiç bulunmaz.
IMF ilişkilerine ilişkin olarak bence son söz; herhangi bir finansal kuruluştan kredi kullanmak yerine, kurumsal, herkesin bildiği ve tanıdığı bir kurumsal yapı ile çalışmanın bana göre çok daha doğru olduğu yönündedir. Ayrıca da üyesi olduğumuz IMF, bir şekilde ortak sıfatıyla içinde bulunduğumuz bir kurumdur.
Comments